Özet
Kadını toplum yaşamında erkeğe bağımlı kılan ve onu ikinci sınıf insan
konumuna indiren anlayış, tarım toplumunun ve din kurumunun bir ürünüdür.
Toplumların sağlıklı gelişiminin, bu süreçte kadının da erkekle birlikte rol almasını
gerektirdiği gerçeğinin fark edilmesi en fazla 300 yıllık bir geçmişe dayanır.
Türkiye’de ise bu temel gerçeğin ayrımına 19. yüzyıl sonlarında varılmış olmakla
birlikte, kadının toplumsal statüsünün yükseltilmesine ilişkin somut adımların
atılması ancak Cumhuriyet sonrasında mümkün olmuştur. Kadının toplumsal
statüsünün çağdaş uygarlığın mihenk taşını oluşturduğu gerçeğinden hareket eden
Atatürk, bu alanda devrim niteliğinde radikal hamleler yapmıştır. Onun bu konudaki
girişimleri, ilerleyen yıllarda gelişmiş ülkelere ve uluslararası kuruluşlara örnek
oluşturacak bir ileri görüşlülüğün ürünüdür. Ne var ki, Atatürk sonrası dönemde
Türkiye’de kadın hakları, gerek köyden kente göç olgusunun doğurduğu sosyolojik
sorunlar, gerekse iç ve dış siyasal gelişmelerin etkisine bağlı olarak artan
dinselleşme nedeniyle yeniden gerilemeye başlamıştır. Türk kadını, diğer İslâm
ülkelerinin kadınlarıyla karşılaştırıldığında Atatürk tarafından atılan sağlam
temeller sayesinde çok ileri bir düzeydedir. Ancak kadın-erkek eşitliğinin
sağlanması ve kadın haklarının tam anlamıyla yaşama geçirilmesi için henüz uzun
ve engebeli bir yolun aşılması gerekmektedir. Aşağıdaki makale, konu ile ilgili
özgün çalışma, araştırmalara ve belgelere dayanılarak Türkiye’deki kadın
sorununun Atatürkçü / eleştirel bir bakış açısı ile irdelenmesi amacı ile kaleme
alınmıştır.
Yorum Gönder