GİRİŞ
2. Dünya Savaşı’ nın ardından ‘insan
hakları’na yönelik birçok düzenleme yapılmış,
kadının hayatın her alanında yer alabilmesi
için birçok hukuki düzenleme getirilmiş
ise de görülmektedir ki verilen haklar
ile amaçlanan sonuçlar elde edilememiş-
tir. Kadın, haklarını kullanırken toplumun
ahlaki- dini- kültürel değerleri tarafından
açık baskıya uğramakta ve ona haklarını
kullanabileceği bir alan yaratılamamaktadır.
Bu da söylem ile eylem arasındaki temel
farklılaşmanın önünü açmaktadır, kadın
toplumsal hayattaki bu eril tahakkümü kırmakta
başarılı olamamaktadır.
Kadın doğumundan itibaren kendisine
verilen cinsiyet rollerine inandırılmakta ve
buna uygun bir yaşam biçimini benimsemektedir.
Aile içinde daha doğar doğ-
maz kulağına görevleri fısıldanan kadın,
ardından dini değerlerde kendi yerini görmekte,
okuldaki devlet planlamalı eğitim
ile de bu cinsiyet rolü pekişmektedir. Ailedin
– ahlak- eğitim süreçleri ise temelde
bir noktadan, dil kavramı üzerinden yürü-
tülmektedir. Buna bağlı olarak dil kavramının
hukukla olan ilişkisi de açıktır. Bu anlamda bir köşe noktası görevi gören dil
sayesinde toplumsal ahlakın ve kültürün
dili hukuka sirayet eder. Bu nüfuz başta
yasakoyucu olmak üzere hukuki kararlara,
yorumlara ve kanunlara kısaca hukukun
her yanına yansımaktadır.
Bu anlamda kadın hakları, insan hakları
kavramsallaştırmasının alt veya ayrı bir
alanını oluşturan bir alan değildir. Kadın
hakları doğrudan insan haklarının içindedir
ve ondan ayrılmaz bir nitelik taşımaktadır;
ancak öte yandan sırf kadın olmaları
sebebiyle her gün ve her dakika sayısız
kadın insan hakları ihlallerine maruz kalmaktadır.
Çıkış noktası bu görüldüğünde
de kadın hakları ayrı bir inceleme konusu
olmayı gerektirmektedir.
Bu çalışma Türk toplumundaki erkek
egemen cinsiyetçiliğin1 kadının hukuk
alanındaki kazanımlarına etkileri üzerinedir.
Çalışmanın amacı ‘insan hakları ve
kadın’ üzerine çok geniş bir kavramı özel
alanda inceleyerek daha net bulgular elde
Yorum Gönder