Ben sahiden Rosie'yim, Ve ben Gerçek Rosie'yim, Bana inansanız iyi olur, Ben çok çok
önemliyim...
-Maurice Sendak
Kanlı bir
yumurta sarısı. Bir çarşafa yayılan yanmış bir delik. Herkesi açmakla tehdit eden öfkeli bir gül.
-May Svvenson
GĐRĐŞ
Uğursuz Öpücükler
Bir köşeye oturmuş, ciğerlerine havayı çekmeye çalışıyordu. Birkaç dakika önce odada bol
hava varken, şimdi hiç kalmamış gibiydi. Sanki çok uzaklardan gelen, «vup vup»a benzeyen
hafif bir ses duyuyordu. Ama bu sesi, boğazından geçerek ciğerlerine inen, sonra da tekrar
dışarı fışkıran havanın çıkardığını biliyordu. Telaşla, kesik kesik solurken oluyordu böyle.
Öyleyken, oturma odasının köşesinde kendini boğuluyormuş gibi hissetmesine çare olmuyordu.
Kocası eve geldiği sırada okumakta olduğu karton kaplı kitaptan geride kalan yırtık kâğıtlara
dikmişti gözlerini.
Ama bütün bunlara pek aldırdığı yoktu. Canınız feci halde yanarken solunum gibi önemsiz
konularla ilgilenemezdiniz. Ya da içinize çektiğiniz havanın aslında hava olmamasına. Can acısı
kadını yutmuştu sanki. O kutsal asker kaçağı Yunus'u balinanın yutması gibi. Istırap gövdesinin
ortasında bir yerde, derinlerde, zehirli bir şimşek gibi çakıyordu. Bu geceye kadar o yerde
büyümekte olan yeni bir şeyin sessiz varlığı vardı.
O ana dek böylesine bir acı varolmamıştı. Ya da böyle bir şeyi anımsamıyordu. Hatta on üç
yaşında bisikletle dolaşırken bir çukurdan kaçmak için didonu çevirdiği ve kafasını asfalta
vurduğunda bile böyle bir acı duymamıştı. Kafasındaki yara tam on üç dikiş boyundaydi
hem de. O olaydan hatırladığı sadece ışıltılı, ani bir acıydı. Bunu yıldızlarla dolu bir karanlık
izlemişti. Aslında kısa bir süre bayılmıştı, ama o can acısı şimdiki ıstıraba hiç benzemiyordu. Bu
müthiş acıya. Karnına dayadığı elinin altındaki şey de ete benzemiyordu artık. Sanki karnındaki
bir fermuarı açmış ve canlı bebeğinin yerine kızgın bir kaya parçası yerleştirmişlerdi.
Tanrım, diye düşündü. Lütfen. Bebeğime bir şey olmasın.
Ama şimdi, sonunda biraz daha rahatlıkla solumaya başlarken bebeğinin durumunun hiç de iyi
olmadığını anladı. Bir kadın dört aylık hamileyken bebeği kendisinden çok annesinin bir parçası
gibiydi. Ve sen, saçların terli yanaklarına tel tel yapışmış bir halde köşede oturu-yorsan ve
sana sanki sıcak bir kayayı yutmuşun gibi geliyorsa...
Bir şey bacaklarının içine kaygan ve uğursuz öpücükler konduruyordu.
«Hayır,» diye fısıldadı. «Hayır! Ah, sevgili Tanrım, hayır. Ulu Tanrım, güzel Tanrım, sevgili
Tanrım, hayır.»
Yorum Gönder