Kadın kendini yazmalıdır. Kadınlar hakkında yazmalıdır ve
yazıya kadını geri getirmelidir. Çünkü kadınlar bedenlerinden
nasıl şiddetle kovuldularsa yazıdan da aynı şiddetle dışlandılar
–aynı nedenlerle, aynı yasalarla ve aynı ölümcül amaçlarla.
Kadının kendini metin içine koyması gerekmektedir- aynı
dünyanın içine ve tarihin içine koyması gerektiği gibi.
Hélène Cixious1
Günümüzde hakim ve meşru biçimler olarak benimsenen kapitalist bir üretim tarzı,
liberal bir yaşam biçimi ve ataerkil bir toplum/kültür yapısı, tarihsel süreçler oldukları adeta
inkâr edilerek ve yerlerine kolay kolay yeni bir şeyin konamayacağı düşüncesiyle olduğu
gibi kabul edilmektedir. Rekabetin insanın ‘doğası’nda olduğu, para ekonomisinin
vazgeçilmezliği, her koyunun kendi bacağından asılacağı, fiziksel farklarının erkeği ‘doğal’
olarak daha ‘üstün’ kıldığı toplumsal sağduyuda geniş kabul gören fikirlerdir. Kapitalist,
liberal ve ataerkil ifadelerin, alternatif siyasal projeler/ideolojiler içine de nüfus edebilmiş
olması bu tür kanaatleri daha da güçlendirmektedir. Günümüzde yaygın olan bir toplum
projesinin kurucu öğeleri olarak bu biçimler, ekonomik, siyasal ve kültürel pratikler içinde
yaygınlık ve meşruiyet kazandıkça zaten şeffaflaşmakta, kendilerini görünmez
kılmaktadırlar. Bu da sorgulanmadan kabul edilmeleri ve norm haline gelmelerine bizzat
katkıda bulunmaktadır. Bugün dayatılan hakim üretim tarzı, yaşam biçimi ve toplum modeli,
olabilecek en ideal durum olarak kabul edilmiyor olsa da, tam da içinde yaşadığımız bu
olduğu için, mevcut haliyle benimsenmekte, salt ‘her yerde’ olduğu için adeta ‘aklın yolu’
gibi görülmektedir. Konunun ataerki boyutuna baktığımızda, hakimiyet ve meşruiyet
kurarak normu belirleyenin erkeklik (ve ona atfedilen değerler) olduğunu, gerek erkekler
gerekse kadınların bunu içselleştirdiğini, bunun da öncelikli olarak neredeyse bütün
kadınların hemen her tür bilginin üretiminden sistematik olarak dışlanması ve kadınlığın
ikincil ve daha değersiz kılınması yoluyla gerçekleştiğini görmekteyiz.
Yorum Gönder